En ahlaklı diye bir şey yok. En çok sevilen diye bir şey yok. En güzel bakan diye bir şey yok. En ağır imtihan diye bir şey yok. Bir zaman bir şey bunlardan herhangi biri olabilirse de bu mutlaklık kazandığı anlamına gelmez. Sevdiğim birini düşünürken onun yüzündeki çizgilerin hangi duyguyla belirginleştiğini biliyorum. Az güldüğünde gözünün kenarında kaç kırışığın daha belirginleştiğini çok gülünce o çizgilerin yüzünde ne kadar yol aldığını biliyorum. Gözlerinin ne zaman dolacağını, gözlerinin dolduğunda hissettiği kedere göre kaç kere yutkunacağını biliyorum. Ama yine de bilmediğim o kadar çok ki! Sanki çok görünür gibi. Olduğu gibi ve göründüğünün ötesi yokmuş gibi. Oysa öyle değil. Sadece izin verdiği kadarını görebiliyorum. Yazdığı kitaplarla bir bir anlattığı şeyleri kalbimde hissediyorum ve sanki onları hissettikçe aramızdaki aşılmaz gibi olan o yolu biraz yürüyorum. Yine de insanın insanla arasında aşılması kolay olmayan mesafeler var.
Aile bireylerimi düşündüm sonra. Annemi, babamı, abilerimi ve kardeşlerimi. Aslında kimin neyi yapabileceğini biliyormuş gibi hissediyorum. Yapmamaları gereken şeyleri yaptıklarını öğrendiğimde şaşırmıyorum. Bu dünyada her şey olabilir düşüncesinden dolayı değil, daha çok yapacakları zamanı bekliyormuşum hissi. Beklerken bile bazı şeylerin başa geldiği zaman hissedilen duyguların tarifi yok. Sanki kalbe bir an soğuk şok veriliyor ve buz tutan o kalp yüksek bir yerden bırakılıyor. Yere çarptığında da cam gibi tuz buz oluyor ve kanayamıyor.
Hayat hep acı değil. Ama insan en çok acıyı anlamlandırmaya çalışıyor. Mutluyken sadece mutlusun. Yanlışım varsa düzeltin ama kimse mutluluğu tarif etmeye kalkmadı. Uzun sürse bile sanki göz açılıp kapanmış ve bitmiş.