من چند روز پیش گفتم که می خواستم زبان فارسی را بنویسم. این روز نویسم. چرا نمی دانم. در این روزها شادیها و تلخها توی دلم دارد. مثل یک چاه.در کلویه با حرفهای فارسی می خواهم تمرین بکنم. با پرهام حرف می زدم در باره دستان و دیگر چیزها... یکی گفت که تو را دوست دارم. من منتظر نیستم یکی را دوست دارم. این روزها با هیچ کس نمی خواهم که حرف بزنم. فقد بخوانم. می خوانم از ایتالو کالوینو.کتابش تمام می شه.خیلی خوشم می آد. اقای ایکوت با من حرف نمی زد در این روزها. چرا نمی دانم. شاید به من دلخور شد. استاد مینا بچه اش به دنیا آمد؟ شاید.
12 Nisan 2020 Pazar
3 Nisan 2020 Cuma
Film

Süveyda
Geceler ve gündüzler birbirine girdi. Bu durum bazen iyi hissettiriyor bazen kötü. Mart'ın belki ilk haftasından beri hastayım. Korona değilim. Böbreğimde bir sancı var. Dün sabaha kadar onun varlığıyla uyudum. Şikayetçi değilim ama keşke sebebinin ne olduğunu bilsem. Onun dışında öksürüyorum. Bu süreçte kaşıntılar da hortladı yeniden ama beni rahatsız eden tek şey bazen sıklığını arttırıp midemi bulandıran, ya da şiddetinden boğazımdan parçalar kopup elime gelecekmiş gibi hissettiren öksürük. Bir ara azalıp tekrar artınca kendimden acaba ki diye korkmaya başladım. Sabah salonda oturan annemin yanına gidince içimden ona sarılmak geldi. Yanına doğru giderken ya hastaysam düşüncesi beni annemden uzaklaştırdı. Anneme zarar verebilme ihtimalimin varlığı. İnsanın kendini başkasına mikrop taşıyan biri haline getiriyor şu günler. Başkasının, en çok sevdiklerimin ölümüne sebep olursam düşüncesi beni şu süreçte zorlayan tek şey. Onun dışındaki çoğu şeyi zaten kendi iç dünyamda yaşadığım için, dünyaya benim dünyama hoş geldin diyebilirim.
Ben dokunsal bir insanım. Sevdiğim insanlarla yan yanayken onlara dokunmadan edemem. Ya sarılırım, ya elini tutarım, ya omzuna dokunurum. Yanak yanağa da verebilirim. Bunları yaparken de bir bilince sahip olduğumu düşünmüyorum. Kedi gibi de olabilirim bu açıdan bakınca ama hır hır diye ses çıkarmıyorum. Bunun yokluğuna nasıl alışırım bilmiyorum. İletişim dediğimiz şey sadece sözün anlattığı şey değildir. Bakış, göz deviriş, dudak ısırış, yüzdeki çizgilerin dalgalanışı, kaşların kalkması, dokunmak, tutmak, sarılmak. Bunlar da gündelik hayatta kullandığımız iletişim yöntemlerinden. Dokunmak yerini sözlere mi bırakacak? Belki ilerlerse sadece bakarak ya da birbirimize bir şeyler yazarak anlaşacağız. Umarım böyle bir şey olmaz ama bundan güzel kurmaca olur ki olmuş da. Beni yazmaya iten Fatma Barbarosoğlu'nun Perdenin Ötesine Bakmak isimli kitaptaki film inceleme yazısı. Film Perfect Sense. İzlemedim, birazdan açıp izleyeceğim. Muhtemelen de çok seveceğim. Yazı bize sorular sorarak başlıyor. Ağzınızın tadı nasıl? Isırdığınız ekmeği içtiğiniz suyu çok şükür diyerek tadına vara vara çiğnediniz mi? Denizin sesini, yağmurun sesini, çocuk sesini ya da köpeklerin seslerini işitiyor musunuz diye sormuş. Eskiden insanlar tecrübe ettiklerini anlatırmış, zamanımızda ise deneyimlemek istediğimiz şeyleri anlatıyor. Bu durum bana bir derviş hikayesini anlattı. Bir gün bir şeyh müritlerinden bilgisi, ilmi, fıkhı ve tedrisi fazla olan birini kürsüye çıkarıp sohbet etmesini istemiş. Mürit Fıkıh'tan, Hadis'ten ilimden bahsederken diğer dervişlerin kendisini dinlemediğini, uyuduğunu fark etmiş. Sonrasında o kürsüden inince Şeyh çıkıp sabah tavayı ocağa koyduğunu, içine tereyağı koyup erittiğini ve içine üç yumurta kırdığını anlatmış. Bütün dervişler pür dikkat şeyhi dinlemiş. Kürsüye çıkan derviş bu olayın hikmetini herkes dağılınca mürşide sormuş. Evladım bilim, ilim güzeldir değerlidir ama insanlara kendi yapmadığın şeyleri anlatırsan dinletemezsin kendini. Evvela kendinin dinlemesi lazım demiş.
Fatma Barbarosoğlu yazının devamında iletişim çağında insanların daha önce hiç olmadıkları kadar yalnız olduğunu söylemiş. Bunun sebebi belki de insanın hayallerinden bahsetmesidir, yaşadıklarından ve yaşıyor olduklarından değil. Çoğu kişi hayalim bu derken aağzından çıkan hayalin gerçekliğine inanmaz. Sanki bütün insanlar istedikleri dışında bir hayat yaşıyormuş gibi davranıyor. Bu davranış istenilen hayata yaklaştırır mı? Elimizde olmayan şeyler dışında yaşadığımız her şey kendi seçimlerimizin bir sonucu. Buna başkasının isteklerini dinleyerek hayatımıza yol çizmek de dahil. Evet bu da seçimimiz.
Neyse hayat bitene kadar devam ediyor sevgili okur. Ben filmi merak ettim. Gidip filmi izleyeceğim. Umarım Rabbim sevdiklerimize doya doya sarıldığımız günlerimizi bize geri verir. Bu başlamadan önce Ulvişime sarılamıyordum hep nane limon gezdiğim için. Bu içimde kocaman bir ukteye dönüşürken şimdi kirli ve hastalıklı gibi kimseye sarılamıyorum. Daha beterleri gelmez inşallah başımıza.
1 Nisan 2020 Çarşamba
Razâmiz
Arkadaşlar okuyanlar arasında beni tanıyanlar varsa ki aklıma ilk gelen isim Ulviş ne biçim editör bu hep hatalarla dolu metinler yayınlıyor diye düşünebilir. Zaten böyle düşünenler çok olmasın diye paylaştığım yazılarımı paylaşmıyorum. Bu beni rahatsız ediyor. Yazmak bir tutku ama oturup o yazdıklarını düzenlemek işin asıl kısmı orası aslında. Bir metin ne kadar çok üzerinde durulup düşünülürse o kadar güzelleşiyor. Bu yazıları burada paylaşma sebebim belki de okura olan ihtiyacımı bir nebze tatmin edebildiğim içindir. Muhtemelen artık kendimi okumak istediğimde ki inşallah yakında olur temennim bu yönde. Çünkü hayatımı bu yönde çizdim ve eğer yazamazsam kendime bir düş kırığı olarak yeterim. Farsça'da yeterlilik kipi var onun yüzünden sürekli -ebilmekli fiiller kullanıyorum. Türkçe'de kullanımı çok yaygın değil bu kipin.
Bugün babama elmalı turta yaptım. Beş dilim falan yedi. Zaten sabaha tepside geriye kalanları da yer. Kapıdan kızçe sana kahve aldım diyerek girdi. Bizim evin kahve iç ve dış ilişkilerini düzenleme bakanı gibi bir şeyim. Kahve diyerek olayı küçültmek istemem. Bitki çayı, sahlep, filtre kahve, Türk kahvesi ve granül kahve eve girecek bu içeceklerin listesi benden çıkar. Neyse birbirimizi düşünerek babamla böyle sürprizlerin günlük hayatımızın normali olmasını çok seviyorum. Şükür Rabbime.
Bir yandan donuk bir yanım. Uyuşuyorum. Elime telefonu alıp mesajları okumaya üşeniyorum, gruplarda konuşulanları okumak istemiyorum falan. 40altı'daki sohbeti bile. İran'da bile gece 3te odaya girip internete kavuşunca açıp grupta dönen mesajları okurdum. Neyse donuklaştığım nokta bu. Galiba bir günde konuştuğum kelime sayısı ve konuşma sürem de azaldı. Nur ile haftada üç gün çeviri yapıyoruz telefonla. O süreçte konuşuyorum. Ya da 40altı ile görüntülü görüşüyoruz. Canım dostlarım. Güzel o zamanlar ama ıssızlığa ve sessizliğe gömülmeye bayılıyorum. Bu sürece iyileşip kendimi toplama süreci de diyebilirim. Dışarı çıkmak zorunda kalırsam bone bile takmıyorum. Pespaye takılmayı epey sevdim. Kendimi anlatabileceğim, yani en azından anlatırken kelimelerin ve anlamların böyle elimde olmasını seviyorum. Hâlâ bir kurmaca yazamadım. Aslında yavaş yavaş içimde kurgular kıpırdamaya başladı. Umarım erken kalkıp yaşadığım gün sürecini uzatarak hayatımı daha da verimli yaşayabilirim.
Annem, yuva. Ev annem demek. Hayatta onun şefkatine ve merhametine gerilen yelkenlerle yol alıyoruz. Rüzgardan ve fırtınadan en çok etkilenen o ama bütün o fırtınalara dimdik göğüs gererek bu yuvanın ayakta durmasını sağlıyor.
Hayatımızda olması gerekirken, olmayan insanların bıraktıkları boşlukların bazı zamanlar genişliyor. O yokluk, o keder ve boşluk büyüyerek içimizi hüzünle dolduruyor. Hüzün, olan bütün duyguların üzerine kara bulut gibi çökerek orada olduklarını unutturuyor. İnsan mutluyken bir yandan hüzünlenebilir ama hüzünlüyken mutluluk hiç olmaz değil tabi ama çok güçlü bir duyguyla mesela aşkla yan yanayken diğer duyguların da varlığına müsaade eder. Onun dışında atını istediği gibi dört nala koşar.
Bugün babama elmalı turta yaptım. Beş dilim falan yedi. Zaten sabaha tepside geriye kalanları da yer. Kapıdan kızçe sana kahve aldım diyerek girdi. Bizim evin kahve iç ve dış ilişkilerini düzenleme bakanı gibi bir şeyim. Kahve diyerek olayı küçültmek istemem. Bitki çayı, sahlep, filtre kahve, Türk kahvesi ve granül kahve eve girecek bu içeceklerin listesi benden çıkar. Neyse birbirimizi düşünerek babamla böyle sürprizlerin günlük hayatımızın normali olmasını çok seviyorum. Şükür Rabbime.
Bir yandan donuk bir yanım. Uyuşuyorum. Elime telefonu alıp mesajları okumaya üşeniyorum, gruplarda konuşulanları okumak istemiyorum falan. 40altı'daki sohbeti bile. İran'da bile gece 3te odaya girip internete kavuşunca açıp grupta dönen mesajları okurdum. Neyse donuklaştığım nokta bu. Galiba bir günde konuştuğum kelime sayısı ve konuşma sürem de azaldı. Nur ile haftada üç gün çeviri yapıyoruz telefonla. O süreçte konuşuyorum. Ya da 40altı ile görüntülü görüşüyoruz. Canım dostlarım. Güzel o zamanlar ama ıssızlığa ve sessizliğe gömülmeye bayılıyorum. Bu sürece iyileşip kendimi toplama süreci de diyebilirim. Dışarı çıkmak zorunda kalırsam bone bile takmıyorum. Pespaye takılmayı epey sevdim. Kendimi anlatabileceğim, yani en azından anlatırken kelimelerin ve anlamların böyle elimde olmasını seviyorum. Hâlâ bir kurmaca yazamadım. Aslında yavaş yavaş içimde kurgular kıpırdamaya başladı. Umarım erken kalkıp yaşadığım gün sürecini uzatarak hayatımı daha da verimli yaşayabilirim.
Annem, yuva. Ev annem demek. Hayatta onun şefkatine ve merhametine gerilen yelkenlerle yol alıyoruz. Rüzgardan ve fırtınadan en çok etkilenen o ama bütün o fırtınalara dimdik göğüs gererek bu yuvanın ayakta durmasını sağlıyor.
Hayatımızda olması gerekirken, olmayan insanların bıraktıkları boşlukların bazı zamanlar genişliyor. O yokluk, o keder ve boşluk büyüyerek içimizi hüzünle dolduruyor. Hüzün, olan bütün duyguların üzerine kara bulut gibi çökerek orada olduklarını unutturuyor. İnsan mutluyken bir yandan hüzünlenebilir ama hüzünlüyken mutluluk hiç olmaz değil tabi ama çok güçlü bir duyguyla mesela aşkla yan yanayken diğer duyguların da varlığına müsaade eder. Onun dışında atını istediği gibi dört nala koşar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
tiksinti
insan kendisi olmak dışında her şeyden vazgeçebilmeli. aşktan, paradan, hayallerden, dünyadan. geriye kalacak tek şey kişinin kendisi ...
-
Sinirden ellerim titredi. Uzun zamandır bütün bedenimi kaplayan uyuşukluktan sonra hissedebildiğim ilk şeylerden biri bu. Çok sinirliyim am...
-
Kafedeki sineklere bakıyorum. Durmadan kaşınan ve kaşınmaktan artık dokunsam acıyan yerlerim var. Bu yüzden sinekleri uzak tutmalıyım kendim...
-
Anadan geçilir Hasan yardan geçilmez diyor türküde. Hasan köylüye işkence eden eşkıyaları öldürünce hapse girer ve çıktığında sevdiğinin ev...