30 Eylül 2020 Çarşamba

Kalbin Renkleri

  Deliler Fatih'in fermanı filmini bitireli iki dakika oldu. Bu film yapımcılarına cidden şaşırıyorum. Böyle enfes bir konuyu nasıl bu kadar durağanlaştırdılar nasıl bu kadar Cüneyt Arkın'ın Kara Murat'ı kıvamında yaptılar şaşırdım. Oyucuların bazılarının performansı çok iyiyken diğerlerine yorum bile yapamıyorum. Ya nasıl Hint filmi gibi yaptınız sevgili yapımcılar mis gibi konuyu.

 

 Filmi pek beğenmesem de bir iki sahne vardı beni cezbeden. Az önce zaliminin elinden kurtulan mazlumun zaliminin cesedini yumruklarken ki çaresizliği insanın yüreğine çarpıyor. Sorulara yönlendiriyor insanı. Güçsüzlüğümü giderip güçleneyim ama hangi açıdan? Fiziksel olarak güçlensem ruhum açık darbelere, kalbim açık. Meğer ne kadar çaresizmişiz. Ben ne yönden geliştirsem kendimi çaresiz hissediyorum. Çaresiz..

Mevzumuz film de değil üstelik. Buraya kadar okuyunca diyeceksiniz ki kızım neden yazdın o zaman. Neden yazmayayım ki :) İnsanın incelmesi için dertlenmesi, çaresiz kalması gerekiyor. Kırklansam derim hep... Mevleviler gibi çileye kapatsam kendimi derim. Dünya hepimizi çileye kapattı sevgili arkadaşlar. Düşünmekten başka çaremiz yok. Düşünmek de çare değil üstelik. Mehmet abi bir gün sanırım doğum günümde Saraçhane'de otururken bana "Yaşayacağın daha çok dert var kızım. Hayatın ne kadar acımasızlaştığını gözlerinle göreceksin. Bak bana yalnız kalma. kendini sakın yalnızlığa mahkum etme" demişti. Sen de ne var ki Mehmet abi demiştim mutlusun işte. Öyle miyim yalnız başıma yaşıyorum dedi. Şimdi düşünüyorum bunu. Çünkü bugüne kadar bütün hızıyla akan bir hayatım vardı. Hoş o yavaşlamadı ama galiba benim beynim hızlandı. Yalnız kalmamak için hayatıma birini sokmuyorum bu yanlış anlaşılmasın. Gürül gürül akan bir dereyi ellerinizle nasıl durdurabilirsiniz ki? Sadece denersiniz. 

Şu sıralar insanlarla konuştukça kederleniyorum. İnsanlar derdini anlatacak bir dost bulamıyor. Bazen kendimi yalnız hissetsem de yalnız olmadığımı, istersem sırtımı dayayabileceğim güç alıp güç olacağım dostlarım var elhamdulillah. Dert bir değil bin değil... İnsanlar keder denizine kapılmışlar üstelik yüzme de bilmiyorlar. Bir abla yaşadıklarını anlattı. Aşıkmış birine. Evli birine. Saklanılan sır artık yüreklerden taşar olmuş. Dert büyümüş, derman yok olmuş. Tamam bir beklentim yok ama ben burada böyle köpek gibi beklerken onun eşiyle çocuklarıyla mutlu olmalarına nasıl dayanabilirim ki dedi. Elimi kalbimin üstüne götürmemek için zor tuttum kendimi. Bir virdi hatırlatır gibi kendi kendime gönül dansöz gibiymiş dedim. Nefesini tutma! Soluğumu saldım, sahi ne çok yorgunum. Çünkü kimsenin beni avutmasını istemiyorum. Çünkü neydiyse geçti gitti. Abla dedim ne yaşadıysan yaşadın. Belki annen bile sırtına attı tekmeyi. En güvendiklerin de yıktı belki seni ama sen şimdi ayaktasın. Artık olana ölene derde kedere yapabileceğin bir şey yok. Geçmiş varsın geçmiş olsun. Bırak yaşamaya cesaretin olsun ki bazı şeyleri zaman yaralarını tamamen kapatabilsin. Bitirdin ne güzel. Kendini çekme geri sakın. O seni sevmedi buna emin olabilirsin. O hayatındaki bir eksiği seninle gidermeye çalıştı, egosunu tatmin etti. Seni sen olarak kabul etmedi ve seni dinlemedi. Bırak. Kızım geçmişi öylece bırakabilir misin? İzi kalır. Sen ben gibi değilsin mutlu bir çocukluğun oldu. Kimin ne yaşadığını nereden biliyorsun ki. Senin mutlu sandığın insanlar içlerinde ne kederlerle yaşamaya çalışıyorlar. Hayatındaki boşluk her neyse bunu kendin tamamla. Eğer sevilmek istiyorsan kendin sev kendini. Gezmek istiyorsan çık gez. İnsanların hepsinin iyi yanları vardır ama bu iyiliğe sahip olması sana iyi geleceği anlamına gelmez. Sen o insanların oklarını görmeye çalış. 

İnsanlarla ilişkilerimiz oklu kirpilerin soğuk havada birbirine sokulmaya çalışmasına benzer. Kendimiz de oklu bir kirpiyiz diğerleri de. Doğru mesafeyi bulana kadar soğuktan kaçarken birbirimizi yaralayacağız. İstemesek de olacak bu. Bilmiyorum sözlerim ablaya ne kadar tesirli olmuştur. Kocaman kadın diyeceğim de sanki benim yaşım az mı? Genç diyorlar ama. Arkadaşlar yüreğime saplanan oklardan delik deşiğim, siz de öylesiniz biliyorum. Sevdiceğim de böyleydi. Üstelik bir yarasının kanayışına da denk geldim. Sevilmeyi hak etmiyor muyum ben Esma dedi bana. Yüreğim titredi onun bu isyanına. Aklıma geldikçe dolar gözlerim. Gerçi göz yaşım ve sümüğüm her an akmaya hazır bekler. Onun da öyle. Bu kadar ayrılıktan sonra, bu kadar keder ve dertten sonra sevdiceğimle bir araya gelince ne o kendini tutabilir ne de ben. Akmaya hazır olanlar akar. Biliyorum çok yer veriyorum cümlelerimde. Sebebini bilseniz hem güler hem ağlarsınız. Post modern bir Kerem ile Aslı hikayesini yaşıyor gibiyiz. Rabbim sabrını ve peşine sevinci nasip etsin. 

Arkadaşlar sevgi çok değerlidir, çok da güzeldir. Ama insan severken sevdiğiyle el ele tutuşup dünyaya karşı savaşır. Sana rağmen seni seviyorum dediğiniz tüm sevgililerden ateş yağmurundan kaçar gibi kaçın. Sen sevdiğine karşı savaşıyorsan emin ol o savaşın sonu belli kaybedeceksin. Üstelik bu savaşta kendim dediğin her kendine has özelliğini kaybedersin. Kalbiniz sıkışsın bırakın. Sevgi güzeldir, derdi yakar ama sonra pişman olacağınız şeyler yapmayın. Bugün bir yerde dinledim günahlar belli, siz kötülüğü yok etmek için savaşırsınız o kötülük sizin kalbinizde yeniden fidanlanır. Savaşı kaybetmeye gönüllü olun. Savaş Hak için olmadıkça kazananı olmaz. Ben bunu bilirim bunu söylerim. Önce refik sonra tarik demiş atalarımız. Ne de güzel demiş. Sırtını dayayamıyorsan bırak, olmuyorsa olmuyordur. Daha iyileri muhakkak vardır. Kalbin özgürlüğünü bulacaktır. Özgürlük ne güzel kelime. Özgürlük ne güzel his... 




خدایا ندارد طاقت یک دم جدای

28 Eylül 2020 Pazartesi

Kuş

 Fıtratımın ne olduğunu biliyorum. Fikrimce olması gerekenin ne olduğunu biliyorum ama bu olanla mutlu olabilir miyim yoksa direnişe alışmış ruhum yine kendini bir direniş mi arar bilmiyorum. Kendimi bildim bileli hükümdar olan kadınları sevmişimdir. Kleopatra gibi, İskender'in zorla işgal ettiği şehrin sultanı gibi.. Ya da doğruyu söyleyerek öldürülen diğer kadınlar. Sanırım içten içe güce karşı ya da belki de isyanın kendisine karşı sempatim var. Düşündüm de La Loba'yı da seviyorum. Kendi içinde kendini aramaya cesareti olan kadınlara karşı sempatim var. Sylvia Plath'in günlükleri çarptı gözüme kitap siparişi verirken. Sırça Köşk'ü zaten okumak istiyordum ama günlükler konusunda emin değildim. Sonra onun "Asla istediğim bütün kitapları okuyamayacağım; olmak istediğim bütün insanlar olamayacağım ve yaşamak istediğim bütün hayatları yaşayamayacağım. Kendimi istediğim bütün becerileri edinecek kadar eğitemeyeceğim. Bunları neden istiyorum? Hayatımda mümkün olan zihinsel ve fiziksel tecrübelerin tüm renklerini, tonlarını ve çeşitlerini tatmak ve hissetmek istiyorum. Ve korkunç derecede sınırlıyım… Uğrunda yaşayacağım çok şey var, yine de anlaşılması mümkün olmayacak kadar hasta ve üzgünüm." düşüncelerini okuyunca kendimi içten içe ona yakın hissettim. Ben de istediğim bütün kitapları okuyamayacağımın farkındayım. İstediğim tüm hayatları yaşayamayacağım sınırlıyım. Ve bu sınırlar gerçekten çok dar. Bu korkuyla bugüne kadar nasıl baş ettim sorusuna ise safiyane bir şekilde insan hayatı boyunca ne yaparsa ölünce de kıyamete kadar onu yapacağına olan inancımla diyebilirim. Bir gün eğer ölürsem o zamana kadar yaptığım tek şey okumak olurdu ve Rabbim beni bununla ödüllendirirdi. Buna dair inancım bütün günahlara ve dünyaya rağmen zayıflamadı. Şükretmem gerek buna. İçimde hırs ve öfke hissettiğimde bütün o öfkeyi kendime yöneltiyorum. Hayatta bana benden daha acımasız kimse olamaz, buna izin de vermem. Mahkum da benim hakim de benim cellat da. 

Emir kiplerinden hiç hoşlanmadım. Emir kipi ve bir sürü şeyden hoşlanmam. Ev hanımı gevşekliği diye bir durum var ve ben bile bu durum karşısında sinir krizi geçirmemek için parmak kenarlarımı yiyorum. Sonra muhatapsız söylenmelere gıcık olurum. Bu tarz insanlar Hodor gibi geziniyormuş hissi veriyor. Yüreğim daracık bir kafes. Yüreğim daracık bir kafes. Tahammülüm ve sabrım çok dar. Çokça bencilliğim var. Oysa yazamayan bir yazarım. Kafasındaki hikayeleri oturup yazacak ortamını bulamamış öfkeli bir tenim sadece. Ursula gibi kendime düzen vermeliyim sabah sekizde başlamalı mesaim. Ama ne bileyim kendine bile saygı duymayan insanlar var. Sana mı saygısı olsundu... Aklıma bir filozofun cahiller arasında kalmış alimin durumuna verdiği cevap geliyor. Üzerine toprak atılmış ölmemiş kişi gibidir. Bu aklıma geldikçe gülüyorum elimde değil. Mutsuzluğumu hep olan şeylere bağlıyorlar. Oysa benim kendim olmaya ihtiyacım var, kendimle kalmaya. Bazen beni özgür bırakın diye bağırmak istiyorum. Yazarken odama girmeyin. Şu odaya tıkıldığımda şu kapıyı açmayın. Çünkü o kapı sadece öfkeme açılıyor. Kalbim küçük bir kafes. Sanki ayağımda pranga eksik.




Rüya

 Bugün çok tuhaf bir rüya gördüm. Dünya şuan olduğundan daha berbat bir durumda ve biz bulunduğumuz halden daha korkunç bir hâl içerisindeydik. Bugüne kadar dünyada insanın yaşamına kast edebilecek herşey bir aradaydı. Mesela her yer dinazor doluydu ve bazı kara dinazorları sularda hareket edebiliyordu. Rüyamın bir yerinde çok berrak bir su, muhtemelen geniş ve yavaş yavaş akan bir dereye girmem gerekiyor. Bir şeyden kaçıyorum. Şuan ve uyandığımda neyden kaçtığımı bilmiyordum ve o kaçtığım şey hemen bir adım arkamda bütün süratıyla beni takip ediyordu. O berrak suya girmem gerekiyordu çünkü beni takip eden şey suyun içinde hareket edemiyordu. Ama önümdeki suya baktığımda o berraklıkta bir an küçük balıklar dışında önüme doğru yüzüp hızlıca geri giden muhtemelen bir yılan balığını görüp ürküyorum. Girmekte tereddüt etsem de aklıma babamın yazın köyde su yılanı gördüğümüz zaman bana su yılanlarının zehirsiz olduğunu söylediği geliyor ve tereddütle suya giriyorum. Yüzmeye başlayınca uzun boyunlu ejderha ki bir kaç gün önce bu yaratıkla ilgili Moğolistan ile bir ülke arasındaki çölde Japon ve Moğol bilim adamlarının iş birliği ile bu dinazorun iskeleti bulundu haberini okumuştum görüyorum. O derin ve berrak suyun içinde upuzun boynunun üstündeki kafası yüzeye yakın bir yerde duruyor ve kendi kendime diyorum ki rüyanda gerçek hayattaki halinden daha cesursun, bunu görsen korkudan ölebilirdin. Ve hemen peşine çeşit çeşit dinazor görüyorum. Kimi suya serinlemek için girmiş, kimi zaten suda yaşıyor. Bazıları beni yemek için atakta bulunsa da hızlıca bu ataklarını geri çeviriyorum. Bir müddet sonra suyun karadaki yolla yakınlaştığı yerde durağa yanaşmış otobüse hızlıca biniyorum. Otobüslere binmek için izin gerekli ve otobüsün koridoru bir bantla kapatılmış durumda. Şimdi boku yedin kızım diyorum ama muavin ve şöför otobüste beni farketseler de ciddiye almıyorlar ve yola devam ediyoruz. Bir sonraki durak, son durak ve benim yüzmeye başladığım yer. Beraber geldiğim kişi, ölümcül bir hastalığa yakalanmış olsam bile benimle evlenmiş kişi. Beni bekliyor. İnsanlar zaten ya hemen o an ölenler ya da biraz sonra ölecek olanlar diye ikiye ayrılıyor. Ölüm o noktada zor olan şey değil. Ölüm en kolay olanı. Ama asıl hikaye yaşamanın kendisi. Nehrin gözüymüş orası ve uçurumvari kayaların kenarında incecik bir keçi yolu var. O yoldan zoraki yürüyüp küçük bir delik görüyoruz. Evimize gelmişiz. O deliğe vücudumuzu yan çevirerek giriyoruz ve oradaki taşlar hareket ederek içinden bir insanın geçebileceği bir geçit açılıyor. Kurtulduğumuzu düşünüyorum. Bu hikayenin böylece bittiğini ve huzurla kalan ömrümü geçirebileceğimi. Erkenci davranmışım. Kafaları büyük yuvarlak ve çim adamları anımsatan bazı insanlar gelip bizi o delikten çıkarmak istiyorlar. Arka taraftaki camlarda kıpkırmızı lekeler oluşuyor. Salgın buraya da uğramış diyerek gerisin geri kaçıyorlar. Anlamakta zorlanıyorum. Meğer filmlerdeki gibi bir hikayesi varmış o lekelerin. Orada yaşayan kayinvalide tarafından uydurulmuş. Arada sırada burayı keşfeden kişiler olunca onları korkutmak için böyle bir düzenek kurulmuş. İşte şimdi kalan ömrümü huzurla geçirebilirim.

Böyle bir rüyaydı. Rüyalarımı seviyorum. O rüyalar çok benden ve izlemek isteyip izleyemediğim film gibiler. En azından fantastik ve gerçek hayattaki gibi tam anlamıyla bir mutluluk söz konusu değil. Anı kurtarmanın huzurunu yaşıyorum. Hayat şuan güzelse daha ne olsundu

22 Eylül 2020 Salı

Parol mü Apranax mı

 Kendimin devletçi olduğu gerçeğiyle yüzleştim bugün. Havsalamda devlet mükemmel işleyen bir çark gibi. Beni hep koruyacak ve haklı ile haksızı ayırt edebilecek bir yapı gibi. Beni anlatılan distopyaların neden rahatsız ettiği gerçeğiyle bir kere daha karşı karşıya kaldım. Çünkü devletçilik anlayışını iliklerime kadar işleyen bir eğitim sistemiyle büyüdüm ve hayatta en çok güvendiğim şey devlet. Sanıyorum ki devlet mağdur etmez. Mağdur etmeyecek devlet kavramı sadece ütopyalarda oysa. İçimde derinde bunu hissediyor olmama rağmen bir kurumdan tokat yiyip diğer kuruma diyorum ki bak bu bana böyle yaptı. O yanağıma belki onlar da bir tokat atacak. Ama içten içe bu olasılığa inanmıyorum. Çünkü devlet haksızlık yapmaz. Şuan beni uyutmayıp buraya yazı yazmaya iten sebep de bu. Haksızlığa uğradım üstelik ömrüm boyunca güvenini inşa ettiğim yerlerimden kırıldım. En çok distopya yazma sebebim belki de bu güvenin boş ve saçma olmasını biliyor oluşum. Kendime her defasında neden yazmam gerektiğini hatırlatıyorum. Artık sadece yazmalıyım. Önüme amalar koymamalıyım. Arkadaşlar hayat en boktan seneryosunu oynuyor. Senenin başından beri kabus gibi geçiyor günlerim. Ve aslına bakarsanız hala nasıl bir sorumluluğun altına elimi koyduğumun farkında bile olmayabilirim. Belki de bir açıdan boku yedim gelecek için. Dediğim gibi canım çok sıkkın ve yazmaktan başka beni mutlu eden şey yok. Yani dolayısıyla beni salt bir şekilde mutlu eden herhangi bir şeye sahip değilim. He bir de sanırım yüzyılın en romantik adamıyla evlenme yolunda adım adım ilerliyorum. Adamın çok konuştuğundan şikayet edebilirdim ama sanırım artık ben ondan daha fazla konuşuyorum. Neyse mevzumuz bu değil. Rabbim şu gerilim modundan ne zaman çıkacağım Ya Rabbim. Vallahi artık başımın ağrısına dayanamıyorum avuç avuç ağrı kesici içiyorum. Bunun için bile bana acıyıp artık beklediğim mutlulukları sevinçleri gönderirsin. Bir de artık şu korona kabus olmaktan ziyade açığa yapılmış kaka gibi can sıkıcı kıvama geldi. Kaldır Rabbim bu belayı sevdiğin kullarının yüzü suyu hürmetine. Bir de Rabbim duvarlara toslarken en azından dur toslayacaksın ya da beyin kanaması tabelası falan olsun. Ben ne ara 28 oldum... Allahım ne ara güzel haberler duyacağım güzel Rabbim. Düzenli olarak ağrı kesici içtiğim şu günleri güzelleştir Rabbim. Amin. 

tiksinti

      insan kendisi olmak dışında her şeyden vazgeçebilmeli. aşktan, paradan, hayallerden, dünyadan. geriye kalacak tek şey kişinin kendisi ...