6 Haziran 2021 Pazar

Girizgâh


 Uzun zamandan sonra ilk defa yazıyorum. Bu süreçte kendimi o kadar çok sorguya çektim ki. Yazar mıyım gerçekten ben? Yoksa bu bir hevesti de gelip geçti mi? Bu sorunun bile cevabı yoktu. Sanki bütün hislerimi birer birer kapatmış gibiydim. Psikolojik olarak beni epey zorlayan bir süreç yaşadığım için bütün hislerimi dondurmuşum sanırım. Ne zaman zorlansam duygularımı dondurabilmek benim yeteneğim sanırım. Acılarımı ve yaşadığım zorlukları yüceltmek istemem ama epey zorlayıcıydı son iki yıl. Yakın arkadaşlarım bilir Eylül 2019'da bu sene benim için zorlayıcı olacak, zor geçecek hissediyorum demiştim. Zor zamanlar yaşamaya yakın birbirine benzer rüyalar görüyorum. Deniz kenarındayım ve o deniz alabildiğince dalgalı. O dalgaların boyutu yaşayacağım zorluklarla ilintili. Üzerime gelip beni etkilemeleri ise benim bu sorunlarla karşılaştığımda ne kadar etkileneceğimi gösteriyor. Bu dalgaları gördüğümde hissettiğim şey ise sorunları nasıl karşılayacağıma tekabül ediyor. En son Hazar'ın çamur dalgalarıyla boğuşuyordum. Rüyanın sonunda ise üstüme yıkılan bütün o dalgalardan sonra bir damla bile çamura batmadan denize bakmaya devam ediyordum. Sanırım o kocaman çamurlu dalgaların sonuna geldim. 

 Bir keresinde Ömer Erdem bana "Yazmak sana ne hissettiriyor?" diye sormuştu. Yazmak benim için nefes almak gibi demiştim. Yazmadığım zaman boğuluyor gibi oluyorum,  yazmıyorsam nefes alamıyormuşum gibi" demiştim. Bunca zaman yazmadığım için kendime hep boyundan büyük laf mı söyledin diye kızdım. Ama umurumda değildi. İşin aslı dünya yıkılsa umurumda da olmazdı ki şu süreç dünyanın yıkılması gibi bir şey. Gram umursamıyordum süreci. Nişanlımla sadece markete gidebilmeyi umursamıyordum. Yıkılmaları, baş ağrılarını, sinir krizlerini, antidepresanları, sokağa çıkamamayı, üşümeyi, vitaminsizliği, baş dönmelerini, dişimi sıkarak uyumalarımı, çene ağrılarımı, bebek ağlamalarını, ölümleri... Sonra öyle bir şey oldu ki artık boğulur gibi oldum. Dünya anlamını yitirdi. Hayat büyük bir boşluğa dönüştü ya da öyle sandım. Dedim ki bundan daha fazla ne olabilir ki. Hayat bundan fazla ne olabilir ki sorusuna cevap vermeyi çok sever. Bundan fazlası da olabilirmiş. Bunu bir şeye benzetmek gerekirse felçli bir insana acı çektirmek için kalbine ilaç zerk edip için için yanması gibi. Hareket edemiyor ama tenindeki kızarıklıktan ve göz kenarlarında ve alnında oluşan kırışıklıklardan ne kadar acı çektiği belli. Hayat her halükarda insana yeni ve şiddetli acılar çektirebiliyor ve bundan kötüsü ne olabilir ki sorusunu sordurmaya korkutuyor. En azından bir süreliğine. Demek bu kadar uzun zamandır nefes alamıyormuşum. 

 Yazarken elim titriyor. Parmak uçlarımı hissetmiyorum. Kalbim bir değişik atıyor. Aşık olmuşum gibi atıyor ve ben bugüne kadar ne yaşadıysam hepsini anlatmak istiyorum. Kafamda öyküler, hikayeler dönüp duruyor. Şu günlerde eşimle Netflix'te ne açsam ya ben buna benzer bir şey yazmıştım diyorum. Sonra kulaklarımda "Kızım edebiyat bir pınar gibidir. İnsanın içinden fışkırır. İstesen de ne akışını etkileyebilirsin ne duruşunu" sözleri çınlıyor. Arkadaşlar hayatım boşluk ve doluluk hissiyle dopdolu. Boşluk varlığının yokluğundan kaynaklanıyor doluluk ise hatıralardan. Aslında ne kadar çok anı varmış diyorum bir ömrü doldurabilecek kadar çok hatıra, konuşma. 

بشنو این نی چون شکایت می‌کند

از جداییها حکایت می‌کند

کز نیستان تا مرا ببریده‌اند

در نفیرم مرد و زن نالیده‌اند

سینه خواهم شرحه شرحه از فراق

تا بگویم شرح درد اشتیاق

هر کسی کو دور ماند از اصل خویش

باز جوید روزگار وصل خویش

ez Mevlana Celaleddin Rumi




tiksinti

      insan kendisi olmak dışında her şeyden vazgeçebilmeli. aşktan, paradan, hayallerden, dünyadan. geriye kalacak tek şey kişinin kendisi ...