31 Mart 2020 Salı

En Uzak Sahil

 İçimin çıkmazları arasında kayboluyorum. Kayboldukça bir şeylerin çözüldüğünü zannedip seviniyorum diyorum ki tamam bu böyle. Sonra oturup onu yazmaya başlamadan daha bu böyle mi gerçekten diye sorup başka cevaplar verip nasıl bir kayboluşun içinde olduğumu anlıyorum. 2019 için Atuan Mezarları derken erkenci mi davrandım bilmiyorum. Aslında düşününce tam zamanında demişim gibi de hissettim. Şimdi Öteki dünya ile aramızda bir gedik açıldı ve içine çekiyor hepimizi. Çok doğruymuş benzetmem. Özür dilerim kendim gerçekten güzel bir tespit yapmışsın. Sarıl hadi kendine. Tekrar mı okusam seriyi. Çok özlüyorum o seriyi okumayı. Bence acil bir Ursula bir Marquez yapıp kendime gelmeliyim. Gerçi şimdi Calvino okuyorum kurgusu iyi ama ne bileyim ya bir Ursula değil :/
 Bundan bir süre önce belki iki ay önce en sevdiğim defterimi günlük yaptım ve dedim ki güzel şeyler yaşayıp yazarım inşallah buna. Çirkin günler yaşamıyorum ama güzel de değil tuhaf. Çiçeklerime kavuştum, sevdiğim kitapları okuyorum Farsça kitaplarımı okuyorum. Hatta anne yemeklerine kavuştum ve eve her akşam babam geliyor. Ailem çok şükür sağlıklıyız. Biraz hüzünlü ama sağlıklı. Yine de içim sıkılıyor. Bu sıkıntı evde olmak zorunda olduğum için de değil. Sevdiklerime ya bir şey olursa korkusu ya da bana bir şey olursa korkusu. Liseye giden bir kız Korona'dan yoğun bakımdaymış ve doktorlar ümidini kesmiş. Sekiz aylık hamile kadın doğuma gün sayarken fenalaşıp hastaneye kaldırılıyor ve ölüyor. Bebeği anne karnından alıp kuvöze koyuyorlar baba da hastanede tedavi altında. Dünyanın acıdan beli kamburdu ama kırıldı kırılacak sanki. Veba'yı yeni okudum ve sanki kurgu Veba'dan sızıp gerçek dünyayı sardı. Sadece bir şehri de değil üstelik. Ayrım yapmadan tüm dünyayı. Oradaki olaylar sanki etrafımı sardı. Başlangıçta lakayt, ciddiye alınmaz tavırlar, sonrasında ölümlerin önüne geçilememesi, doktorların yaşadıkları, o şehirde mahsur kalan kişinin hikayesi. Camus yakışıklı sen naptın abi, nasıl bir gerçeklik kurdun ki ben şu an yaşanılan olaylara şaşıramıyorum. Canım Camus. 
 Çok canım sıkkın velhasıl. Hayatta olumlu şeylerin olmamasına alışkınım da bu kadar kötü senaryo hazırlıksız yakaladı beni. Ne bileyim çok korkunca da anlamsız geliyor her şey be. Zaten daha yeni atlattım ölebilirim ihtimalini. Atlatamadım belki de ama tekrar ölebilirim. Ölümü unutunca acaba ölümün kendini hatırlatma gibi bir alışkanlığı mı var! Kabuslarım da değişti artık. Aykut abinin sayesinde kaplanları da görüyorum. Kapının önünde kaplanlar var. Başta tırsıyorum onları görünce ama onlar bana alaycı bir bakış fırlatıp sokakta voltalarına devam ediyorlar. Birini görünce delirir gibi oluyorlar sebebini anlamıyorum. Sonra o insan kılığına girmiş bir hortlakmış. Ya da yürüyen ölü. Belki cüzamlı biri. Maskesi düşüyor ve gerçek yüzlerini görüyorum. Korkmuyorum. Oysa Walking Dead izlerken altı sezon boyunca o şeyleri her görüşümde yerimden sıçrıyordum. Sonra balıklar var. İnsanların ciltlerinde çıkan bir hastalığı yiyorlar ve o hastalığa şifa oluyorlar. Şey gibi hayat öpücüğü gibi ama o öpücüğü sadece balıklar veriyor. Akvaryumlarından dışarı atlıyorlar. Hortumla su koyuyor birileri ya da. Akvaryumun içindeki su taştıkça balıklar da akvaryumun dışına dökülüyorlar. Suyu kapatacağım ama ya dışarı çıkan balıklar ölür korkusu ile kapatamıyorum. Onları akvaryumun içine geri koyuyorum. İrili ufaklı siyah balıklar... Onur'a göre dünya daha iyiye gitmeyecek. Evet daha iyiye gitmeyecek. Daha önce parça parça gördüğüm rüyalar çıkıyor. Çok saçma anlar ama çıkıyor. Hangi rüyamın çıkacağını ayırt edemiyorum ama çıkınca aaa ben bunu görmüştüm diyorum. O rüyada hangi his varsa onu hissediyorum o an. Derler ki rüyalar aslında iki boyutludur ama benim rüyalarım altıncı boyutta herhalde. Yine de rüya uyku pisliği.. Bir ara çok huzurlu rüyalar da gördüm. Onları bekliyorum. Ben yine de bu senenin ikinci yarısından umutluyum. Şom ağzımı açtım iyi hissetmiyorum bu sene için diye diye geldiğimiz şu hallere bak. Vallahi bu kadar kötü şeyler beklemiyordum bunları söylerken. Hayal gücümü zorlayan gerçeklik! Hayırlısı. Neyse eğer acılar böyleyse hayal gücümü zorlayan güzel ve hoş gerçekler nasıl güzeldir. Umutluyum ben umutlu. Eylül'de güzel şeyler başlayacak. Amin. Rüyama bir kişi daha gelseydi ben balıkları kurtarırken o da suyu kapatırdı. Acaba istenince ortak rüya görülür mü? Bu arada Farsça yazmayı deneyeceğim şu sıralar içimde böyle bir istek peyda oldu. İranlılar anlar beni ama yine de herkes her şeyi anlamasın Allah Allah!

29 Mart 2020 Pazar

Kum ile Alakası Yok

İnsanlar yalan söyler çünkü insan yalan söyleyebilir. Yalan söylememek insanların tercihidir. En sık söylenilen yalan top 10 listesi yapılsa yalan söylemiyorum lafı bir numarayı alır. Neyse mevzumuz bu değil. Yazmaya dair kendimi engelleyemediğim bir istekle geçtim bilgisayarın başına. Takip edenler bilir uzun zamandır yazamıyordum. Donmuş gibi hissediyordum kendimi. Geçmişten beni şoka uğratacak rahatsız edici haberler aldım. Bütün çocukluğum bu acı olayın gölgesinde tir tir titreyerek geçmiş meğer. Sadece bu zamana kadar sebebini bilmemişim. Omuzlarımda daha sebebini bilmediğim neleri taşıyorum, neleri öğrenip neleri öğrenmeden öleceğim! Çok garip ve ironik. İnsanlar kendi hayatlarına, acılarına, kendi duygularına, fikirlerine o kadar odaklanmış ki bağırsan bile seni duymuyor.
Nur bana hayır anlamıyorsun. Ben seni anlıyorum hem de çok iyi anlıyorum ama sen beni anlamıyorsun diye az isyan etmedi bana. Haklıydı muhtemelen. Belki de onun anlattığı kelimelerin bende bulduğu anlam onun anlatmak istediğiyle uyuşmuyordu. Çocukluğum boyunca düşündükçe tüylerimi diken diken yapan kabuslar gördüm. Bir akşam saklambaç oynarken her gün gittiğimiz marketin yolunda bir yere saklandım. Beş dakika geçtikten sonra oyun mahalline döndüğümde oynayan kimse kalmamıştı. Beş dakika beklememişim. O bekleyiş esnasında korku hissetmesem de sonrasında her gün rüyamda orada saklandığım yerden birileri beni kaçırıyordu. Kaçırmaları sorun değildi aslında. Ağzımı örtmedikleri halde bağırmayı deniyor ve bağıramıyordum. Bağırmayı her deneyişimde sanki ses tellerim kaybolmuş gibi çok ince, belli belirsiz bir ses çıkıyordu ağzımdan. Ben zor duyuyorken kimse duyamazdı, kimse duymuyordu. Etrafta kimse yoktu ama olsa da fark etmezdi. Hiç kimse dönüp bakmıyordu. Yine de rüyayı kabusa çeviren şey bağırsam da sesimin duyulmamasıydı. Büyüdüm yirmi sekiz yaşındayım. (Artık Aykut abi yaşını büyütme diyemeyecek :)) Günden güne bu duygunun hayatıma nasıl dolduğunu inanın bilmiyorum. İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır. İnsanlar hangi dünyaya kulak kesildi bilmiyorum ama çocukluk kabusum çöküyor üstüme. Bağırıyorum, bağırmaya çalışıyorum. Anlatmaya çalışıyorum, hoş anlaşılsam ne değişir bilmiyorum. Belki de anlatamıyorumdur. Belki böyle bir ihtimal de vardır ama yine de dinleyen bir kulak olduğuna inanmıyorum. Çok sessiz olduğumdan şikayet eden insanlar  derdimi anlatınca kaçıyorlar. Arkadaşım güvenmiyordum işte size. Güvenmiyordum işte, neden güven kazanıp bu güveni yıkıyorsunuz! Bazı arkadaşlar vardır sadece iyi günlerinde yanındadır. Bazıları sadece kötü gününde. Dost var mı? Bu soruya yine de şımarıkça cevap veremem. Dosta yakın insanlar da var hayatımda. Nur da var. Sanırım söylediği her sözle beynime çivi çaksa da hatta benim bilinçsizce tekrarladığım hatalarımı birer tokat gibi yüzüme yüzüme çarpsa da. Sanırım pek çok şeyimi ona rahatlıkla anlatabiliyorum. Genelde beni dişlese de yine de en karanlık yönlerimi bile anlatıyorum. Bu yüzden kendimi çok suçlu hissediyorum. Neden anlamıyorum onu? Kabuslarımda ki gibi çığlıklar atıyor yanı başımda belki ama farkında değilim. Gerçi onun hallerini yaşayarak tecrübe ediyorum. Mesela geçen sene beynine ulaşamadığını söylerdi. Ben de bu sene epey bir süre beynime ulaşamadım. Sesler onu deli ediyordu bazen. O delirmenin ve bayılmak üzere olmanın nasıl bir duygu olduğunu İran'da Parham'ın karşısında yaşadım. Gerçi biraz da açlıktan olmuştu. Rengim attı, terlemeye başladım. Ayakta dururken bir anda yalpaladım. Sanırım Kübra koluma girmese yere yapışırdım. O gün Aysun abla ve Kübra koluma girdi ve güzel bir pizzacı da  karnımızı doyurduk. İran'ın en güzel şeylerini sırala deseler pizza ve cips başı çekerdi. Hoş sinemasını da sevmiştim. Sinema salonları buranın aksine uygun fiyatlı ve içeride istediğin her şeyi yiyebiliyorsun. Buna çekirdek de dahil. Sinemada sese pek alışık olmayan bizler için biraz zor olsa da sonradan keyif almaya başlıyorsunuz. Babam Toros emminin köyde açık hava sineması açtığını anlatmıştı. Sandalyeleri dizip Toros emmiye yardım edermiş sonrasında da bedava film izlermiş. O filmlerde bisküvi arası lokum, çekirdek vesaire şeyler yenirmiş. Acaba sinemaya sarma falan getiren olmuş muydu?! Kesin olmuştur. Tencerelerde sarmalar, leğende meyveler, yufka ekmeklerin olması çok mümkün. 
Sanırım beni yazmaya iten ilk sebep anlaşılmamak. Yıllarca ilkokuldan beri kendimi defterlerle baş başa bulma sebebim de bu. Bunu fark etmem iyi bir şey mi bilmiyorum. Sonrasında getirileri ya da götürüleri neler bilmiyorum ama daha bilinçli yazmaya başlayacağım diye bir umut var içimde. Bu süreçte bir öykü yazar mıyım acaba? Kendimi arayıp kendimi bulmak gibi bir derdim yok ama galiba kendime geliyorum. Hoş bildiğim bir hale döneceğimi zannetmiyorum ama benzerlikler var.
İstanbul! Seviyor muyum seni bilmiyorum ama şuna eminim ki eğer sevdiğim insanlar senin içinde yaşamasa yönümü bile dönmem sana. Ne kadar güzel olursan ol içinden de dışından da beton dökülmüş ve insan basmış bir haldesin. Karıncalara benziyor insanlar sende.  Üstelik uzaktan bakınca bile sadece bir kısmı görülüyor. 
Galiba bilgisayarla yazmak da ayrı güzel. İnsanın yazdıkça yazası geliyor. Çok uykum var. Gerçi uyandığım andan itibaren çok uykum oluyor. Alerji ilacının yan etkisi. Şu korona günleri bir miktar canımı sıkmaya başladı. Türkiye'nin en fazla vaka görülen bir yerinde yaşıyorum ve geçmişte yaşadığım bazı rahatsızlıklardan dolayı ürküyorum da. Yemek sepeti çalışıyor mu acaba? Bekar yaşayan insanlar en çok oradan yemek siparişi veriyor. Aç kalmazlar inşallah. Dilerim hepiniz iyisinizdir. Ramazan da yaklaşıyor. Allah Ramazan ayının bereketine bütün dünyayı bu zor durumdan kurtarır. Durumun vahametini mi kavrayamadım bilmiyorum ama neden bu kadar içim rahat! Kendime kitap sipariş etmiştim doğum günü hediyesi olarak. Kargolarda da aksama olacakmış. Dilerim çabucak gelir. 

28 Mart 2020 Cumartesi

wuc yu liyk vu yu tu

 Sinirden ellerim titredi. Uzun zamandır bütün bedenimi kaplayan uyuşukluktan sonra hissedebildiğim ilk şeylerden biri bu. Çok sinirliyim ama çok da mutluyum. Kanımın akışını hissettim. Canım kanım. Hissedebilmek ne güzel nimet. Sanki uzun metrajlı bir sözüm ona sanatlı sinema filminin sahneleri gibi geçiyordu günler. Aşk ve Gurur'da bir sahneye benzetmem gerekirse Elizabeth'in salıncakta sallanışına benziyor. o salıncakta dönerken günler aynı sıkıcılığıyla geçiyor. İnsanın fıtratı değişmiyor. Bütün hikayeler bir hikayeyi anlatmak için yazılıyor derler ya o misal. Bütün hayatlar da bir hikayeyi anlatıyor.
Uzun zamandan sonra ilk defa doğum günümde ailemin yanındayım. Sinirimi bir kenara bırakırsak hayat hiç fena değil. Bütün genellemelerden nefret ediyorum yine elim titredi. Bütün kadınlar gibi. Sanırım şu dünyada birbirine pek benzemeyen varlıklara kadın birbirinin aynısı olan varlıklara da erkek denmiş. Çocukken lanet gibi bir şeydi. Mahallenin neredeyse tek kızı gibi bir şeydim. Bir de Onur salağının horozu vardı herkesi gagalamaya çalışan. Çocukken nefret ettiğim her er kişiyi büyüdükten sonra da görmeye dayanamıyorum. Abimin dükkanı bizim eski mahallede. o boğuk kaba sesiyle naber Esma demesine yüz buruşturduğum halde konuşmaya devam etmesi saçmalığı da cabası. Canımcım Zekicimden Elbet Bir Gün Kavuşacağız şarkısı çalıyor. Şuan sanki içime Türkan Şoray'ın canlandırdığı bir karakter girdi. Kafamda kırmızı berem eksik. Gerçi üzerimde kapşonlu kırmızı bir triko var o sayılmaz mı? Zekicim senin sorunlu y kromozomundan dolayı mı seviyorum seni canım? Belki y kromozomunun sorunlu olması aslında güzel bir şeydir. O kadar yorgunum ki ama yorgunum demek karşımdakine haksızlık etmekmiş gibi geliyor ama o kadar yorgunken sana açıklama yapıyorum ki o kadar yorgunum ki aslında gördüğüm gerçekleri savunmaktan vazgeçiyorum. Galiba insanın içini görmek benim hem lanetim hem silahım ve bir gün o silahla vurulacağım.
az önce annem geldi yanıma. Ne diyeceğini biliyorum gözleri dolu dolu. Dolu gözlere bakınca benim de gözlerim yaşarıyor. Gözlerim yaşarıyor diyince aklıma Aykut abi geliyor. Canımcığım. Neyse gülmeye başladım, annem de gülmeye başladı. Sonra sarılıp öptü. Canım evim. Canım ailem. Canım kitaplarım. Bugün bir öykü çevirdik aşırı güzeldi. Allahım ne olur bir sene gidip İran'da kalmayı nasip et. Kendime bugün ne zaman yenik sayılacağımı sordum. Diyorum ya çok yorgunum, kolumu kıpırdatmaya takatim yok sanki ve zaman geç de nasıl geçersen geçti. Çabalamayı bıraktığım zaman yenik sayılırım. Hayatımdaki zibilyon acıya yarınlardan zibilyon tane yeni acı katılacak. Nefret edip sevmezsem kalbim yorulur diye nefret etmemeye çalıştığım insanlar var. Böyle de yoruluyormuş. Allahım ne zaman yazacağım?!

26 Mart 2020 Perşembe

İnsanın kalbi nerede kaldıysa aklı da dört nala oraya koşuyor. Biliyormuş gibi değil yaşıyormuş gibi söylüyorum. Her yeni gün acaba bir şey olacak mı diye eline kalbine koyup dua etmek ve yel essin kokusu gelsin demek. Bazen yetmiyorsa da yeter işte. Ne hakkın var ki? Var mı hakkın!
Bütun kırıklıklarım ve bütün umutlarım benden içeri. Hayat kendi yordamıyla yokluyor. Susuyorum, önemi var mı! Konuşmamın bir önemi var mı! Hayat ne ki geçip gideceğiz işte. Seni elleriyle taşlayanlar sonrasında anla işte diyorlar. Neyi anlamalıyım, taşlanıp yaralandığım için aynı taşı atmamam gerektiğini mi? Artik anlamaktan da uzaklaşıyorum. Nasıl bir limandı, bilmiyorum. İnsan ah! Ah insan! Ah ah!

22 Mart 2020 Pazar

Tavan Boyası Döküntüsü

 Yazdıklarımın çoğunu taslak olarak kaydediyordum. Birini yanlışlıkla yayınlamışım. Hoş korkum yok ama kalbimin o kadar açılması hoşuma gitmiyor. Yengem kapandı. Şu sıralar her bir araya gelişimizde ağlıyoruz. Bugün hangi halimize daha çok ağladık hatırlamıyorum. Abimin kaybettikleri bebeğe yazdığı mektubu okudum. Allah'ım sana inanıyoruz seni seviyoruz ama galiba nefsimizin zayıflıklarını aşacak güce sahip değiliz. Nefsimin zayıflıklarıyla baş edemiyorsam beni onlarla yüz yüze getirme. Hayatımda başarılı bir savaşçı gibi olduğum bir anım bile olmadı. Bir kedi gibi sana sığınmaktan başka çare bilmiyorum.
 Her şey o kadar bilinmez ki! Ben biraz bilinmeyenden korkarken bilinmezlik denizinde kayboldum. Züleyha'nın o ortalığı kasıp kavuran kıtlıktan bihaber kendi derdiyle yanıp tutuştuğu günler bu günlere mi tekabül eder? Aşktan yanmıyorum tek fark bu. Çok yorgunum. Omuzlarım yorgun, başım, kalbim her yanım kırık dökük ama öyle bir zamandayız ki herkes kırık, dökük. Mutlu göründüğümüzü sanıyoruz öyle bile değil oysa. Mutlu bile görünmüyoruz. Sevgili yalnızlığım seninle gecenin laciverdinde kucaklaşalım mı!

11 Mart 2020 Çarşamba

جز تو

 Şu sıralar güzel olacağına dair umutlarım var. Yerimi sorguluyorum. Her şeyi yapabilecek kadar kararıyor mu gözlerim? Şimdilik hayır. Belki de bencilim. Bunu düşünmediğim bir an bile yok. Bu yüzden kendi kendime bencil olmayabilirim. Bencil olan haklı olduğunu düşünür, kendime hak vermiyorum. Biri beni suçladığı zaman hem suçlu hem de suçlayanla beraber suçlayan olup kıyıyorum kendime. Haklısın diyorum. Bunu omzumda taşımanın ağırlığını tarif edemem.
 Bütün sevdiklerimden uzakta gibiyim. Bütün sevdiklerimden uzaktayım. Konuşmak içimden gelmiyor, gülmek, dertlenmek. Bahar geldi. Yine de coşup akmak isteyen sularım var. Durulmayan, kabaran, içimi yıkan, dışımı yıkan. Karasular.. Karanlığa Döne'nin adını fısıldıyorum. O eski taş binanın üst penceresinde çene altında çıkan sakallarına rağmen başına çiçekten takılmış taçla mutlu bir büst gibi duruyor. Döne mutlu muydun? Gülerken gerçekten mi gülüyordun? Hiç ağladığını görmedim ama yine de bazen gizli gizli ağlıyormuşsun gibi gelirdi. O tarlanın ortasında yarı yıkık harap binanın içinde, değirmende, terk edilmiş bir evde. Döne sevdiğini hatırlıyor musun? Akıllı oğlandı diyor annem. Döne de köyün en güzeli. Kaderin mi nazarı değdi size? Ya da bir iyi bir güzel sadece cennette mi bir araya gelebilirdi? Aşk gerçek miydi Döne? Ben seninle Mecnun'un varlığına inandım da Leyla var mıydı hiç bilemedim. 
 Çetin köpeği köyde yüzüne bakmayan tek kızım diye bıyıkların var erkek gibisin demişti. O dedikten sonra aynada gözüme batsa da bıyıklarım gururuma yediremedim bakmakla yetindim sadece. Eve döndüğümde elime ilk defa almıştım ipi. Gözümden yaş gele gele... Değişen bir şey olmadı ama rahatladım. Bu yaşıma erdim ve fark ettim ki dünyada neyi istersem isteyeyim onun kırmızı sınırlarını ihmal etmedim. Bak Döne bazen oldu kalbim acıdan bin parça oldu. Gözümden akan burnumdan akana karıştı da yine de ah edip inletmedim göğü. Ne ona ne buna kızmadım. Benim sorunum varsa seninleydi bildim. Köpeklerin sahibine seslendim. Sesimi duyup yanıt versen de bir duyup köpekleri bağlamasan da bir. Yana yakıla sarılacağım, seni sana şikayet edeceğim yine sensin. 
 Ya içimdeki seslerin tümü seninle konuşmaktan vazgeçseydi? Demesi bile kötü. Senin adını duymak için İbrahim bütün sürülerini vermiş. Ya içimi ve seni alsalar benden? Sanırım delirmediysem en çok bu yüzden delirmedim. Oh ne iyi ettim.(Döne çok özür dilerim burada çok salya sümük anlatmışım seni oysa çok eğlendiğimiz zamanlarımız var. Söz olsun en güzel anılarımızı süsleyip güzel bir öyküde tekrar yazacağım seni)

10 Mart 2020 Salı

Kırıntı

 Dün Dolunay vardı ve ben sanırım en güzel Dolunay manzaramı dün gördüm. Bir de dedemin karşısında divanda yatarken gece bir ara gözlerimi açtığımda aralık perdeden gördüğüm Dolunay.. O zaman çok korkmuştum. Ay o kadar yakındı ki elimi uzatsam dokunacak gibiydim. Ben doğmadan önce annem rüyasında Ay'ın karnına girdiğini görmüş. Belki de çocukluğumda masal gibi anlatılan bu rüyanın etkisindendir korkum.
 Sanırım Ulviye idi ya da kırkaltıdan biri rüyasında gördü. Deniz kenarında güzel bir evin bahçesinde çamaşır asıyormuşum. Ya da herhangi birşey ile karıştırıyor olabilirim. Geleceğe dair yapmak istediğim şeyi biliyorum aslında. Hayatımda hiç bilgimle övünmedim. Güzel olduğumu düşünmedim. Yetenekli olduğumu da. Ama bir bahçem olsun istiyorum ve müstakil bir evde yaşamak istiyorum. Denizin şarkısının pencereden dolmasını istiyorum. Kendime yetebileceğim bir hayat. Ya da babamla hayalini kurduğumuz bisiklet gezisine çıkarız. Kırk yaşıma geldiğimde Nur ile hayalini kurduğumuz yola düşmek. Gerisini bilmiyorum. Yollara karnı doysun diye kuşların ekmek kırıntısı dökerim. Keşke veterinerlik okusaydım. Karşıma bir kuş daha çıkarsa yuvasından düşmüş ona yardım ederdim. Yayladaki kırlangıç yavrusu yaşıyor mu? Hayat örgü gibi. Örgünün ilmeklerinin birbirine katılması gibi. Bir şekilde bir şeyler düzelir inancını hep taşımasam dayanamazdım heralde. Bizim köyde delirenler çok ama ya bir gün delirirsem kaygısı da taşımıyor değilim.
 Bugün bir an bütün bu yorgunluklardan ve kaygılardan üzerimi toprağın örttüğünde kurtulacağımı fark ettim. O serin toprak ile sükun bulacağımı... Hiç geçmezse ölünce geçer düşüncesi bütün ruhumu ısıttı. Ve bir gün bu hayattan yorulup gitmeyi kendimizin de isteyeceğini fark ettim. Gitmek için de azık gerek. Yolda serçeler için kırıntı gerek. 

7 Mart 2020 Cumartesi

Terennüm

 Dişimin kenarında bir yara vardı. Dişçiye gittiğimde yarık olarak iyileşmiş bu böyle kalır dedi. Hayatta zamanla geçer dedikleri şey de böyle olsa gerek. Acıtmıyor ama koca bir boşluk var. Bu boşluklarda hissediyorum seslerin yankılanışını ve serinliği. O serinlikten başka da hissettiğim bir şey yok. Sanırım kendimi savunma yöntemi olarak duygularımı kapatıyorum.
 Bugün bir rüya gördüm. Hüsna ile bir yolculuğa çıkmışız deniz kenarında. Otobüste birbirimizle konuşurken o en sevdiğim mavilikteki hafif hafif dalgaların arasında üçer beşer tane yunus zıplıyor. Bir süre sonra denizin üzerinde zıplayan o kadar fazla yunus vardı ki Hüsna'ya bak diyorum bak ne kadar güzeller. Tam o esnada bir geminin yakınında bir şey zıplamaya başlıyor. İsminde çubuk olduğunu bildiğim bir türden. O koskoca bedeni denizden yukarı doğru tırmandıkça nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Sonrasında uykumdan uyanmaya başladığım için, ya bu salak balina karaya vurursa diyorum. Ve gerçekten sanki hiç mesafe yokmuş gibi yola vuruyor. Trafikte araçlar var. Son durak filminin bir sahnesi gibi diyorum ve balina için çok endişeleniyorum. Çünkü onu suya geri koyma gibi bir istek kimsede uyanmaz. Burası Türkiye diye içimden geçerirken rüyam uzak seslere dönüşüyor ve uyanıyorum. Bunu yazarken aklıma geldi de bir rüyamda da şehrin sokaklarında balina kovalamıştı beni. Aynı manyak balina olabilir mi? O ise bu sefer korkmadım hatta çok sevindim onu görünce. Galiba denizin kenarında yaşarken içimin denizlerini de büyütmüşüm. O denizler de çok güzel. Allah'ım deniz görmeden nasıl yaşarım...
 Uzun zamandan sonra Yavuz Selim Camisine gittim. Sanki eski samimi bir dostu görmüşüm gibi hissettim. O kadar özlemişim ki. Elimde olsa sarılırdım camiye. Sık sık sanatına tüküreyim hayat sanattan daha büyüktür diyorum. Artık çok fazla durulmak ve sakinleşmek istiyorum. Eğer bu durgunluk kırk yaşımda gelecekse kırka bir kırk daha eklemek isterim. Bu kadar fırtına içinde yaşadıktan sonra o kırk yılda firtınaları tekrar tekrar düşünmek istiyorum.
 Hayatta imtihanları daha zor olanlar varmış. Halam öyle dedi. Bunun için bana agır gelen bu imtihana şükretmeli miyim? Abimin kafasını duvarda top gibi sektirmek istiyorum. Yıllar önce bir kadınla bir adam karşısındaki insanı tanımadan onun hakkındaki sorulara cevap verdiği bir video izlemiştim. Soru kısaca şuydu. Aşık olduğunuz biriyle on yıllık bir birliktelikten sonra yeniden birisine aşık oluyorsunuz. Aşkı mı tercih ederdiniz yoksa birlikteliğinize devam mı edersiniz. Kadın adamın aşkı tercih edeceğini söylese de adam aşkı değil birlikte olduğu insanla birlikte olmaya devam edeceğini söyledi. Aşk geçici bir duygu, on yılda karşılıklı güven kurmak ve huzur bulmak aşka tercih edilebilecek bir şey değil. Bu cevabını o kadar çok sevdim ki adamın. Pek çoğumuz hep bir heyecan peşinde. Hep coşkun duygularla yaşayacaklarını, yaşayabileceklerini sanıyorlar.
 Angelaya göre aşk kavuşabilme çabasıdır ve insanlar iki türdür. Akla ve mantığa yani düzene sıkı sıkı bağlılar bir de aşık meşrebliler. Doğrucu ve yanlışcılardan dayak yiyenin sığındığı dergâhlar gibi aşık meşrebliler. Ve kainatı anlama şekilleri bile bu insanların birbirinden farklı. Bence insanlar ikiye ayrılmıyor insan kendi içinde çok ayrılıyor. Başkalarının yanlışlarında parmak sallayıp cellat kesilirken, kendi hatalarını gece gibi örtüyorlar ve olaki bu hataları açığa çıktığında merhamet istiyorlar. İstiyorlar ki insanlar ona aşık meşrebli muamelede bulunsun. Ve ona gel ne olursan gel desin. Başkasında ilk taşı atan sendin oysa. Ne ara birbirimize bu kadar merhametsiz olduk? Ne ara bu kadar hodperest olduk!
 Kabe'yi özledim. Orada namaz kılmayı, tavaf etmeyi ve merdivenlerine oturup onu seyretmeyi özledim. Keşke gidebilsem.
 Kızsam da etsem de bu hayatın dışına çıkmak ya da başkası olmak istemem. Allaha kızmak ben senin kulunum bana niye bunları yaşatıyorsun dayanamıyorum demek isyan mı? Sanki daha çok acemilik. Denize yukarıdan bakarken dalgaların dalga olduğunu görürsün ama denizin içindeysen o dalgaları sadece seni boğan su kütlesi olarak görürsün. Yine de fırtınanın sahibine sığınıyorum. Kalbimle, aklımla, dişimle, tırnağımla, canımla sığınıyorum. Başıma gelen bu şeyler senden. Bunlardan kurtuluş da senden. Sadece dayanamadığım zamanlarda sana dayanamıyorum diyorsam isyan ettiğimden değil yardımını istediğimden. Senden başka bana karşılık verecek kol kanat gerecek kimim var ki... Şükür.

4 Mart 2020 Çarşamba

Su, Bir Taş

 Anlamlandıramadığım şeylerin sayısının artması can sıkıcı. Sevgiye saygım sonsuz ama sevginin yüzsüzleştirdiklerine tahammülüm kalmadı. Kalbim sıkılıyor. Bu hayatıma yeni giren bir durum. Aklım ki varlığıyla pek bir övünürdüm sanki kapılarını kapattı. Organlarımın mesela kalbimin ve aklımın böyle isyan etmeleri kafalarına göre takılmalarını anlamlandıramıyorum. Bazılarındaki sorunları anlarım ama iletişim kopukluğu nedir allasen ya!
 Bunun dışında yine önümü göremiyorum. Ne yapacağım ne yapmalıyım sorusuna cevaplar veremiyorum. Tıkandım. Yine İstanbul'dan sıkıldım. Biliyorum çok güzelsin falan ama kalabalıklığı ve yoğunluğu boğucu. Sanki nereye sürüklendiğimi bilmiyorum. Ağaçlar yeniden tomurcuk vermeye başladı. Gözümü ceviz ağacına diktim. O da yeşerince baharın gelişi tamamlanacak. Erik zamanı diye herhangi bir şey niye isimlendirilmemiş acaba?
 Sevmek zamanı çalıyor şuan. Modum değişti. İnsanların mutsuz olmasını istemiyorum ama bazı mutluluklar beni mutsuz ediyor. Yine de seçim yap deseler kendi mutluluğumu seçemem. Yel essin kokusu gelsin derler bizim oralarda sevdiklerinden uzak olanlar. Kokular da değişiyor. Bazı değişimler de hasretten daha yaralayıcı. Parça parça siyah bir bulut geçiyor. Hayatımdaki sorunların da bu bulut gibi parçalanıp gidişini görmek istiyorum. Artık sorunum var demek hoşuma da gitmiyor. Ne zaman yoktu ki? Neden alışmadım ki. Ama yine de hayatında baş ağrısı çekmemiş dişi bile sızlamamış insanlar varken haksızlık gibi geliyor... Savaşmak anlamsız. Bir sonuca mı varılıyor? Bunları yazarak kimseye de hüzün vermek istemem. Güzel şeyler de var sonuçta. Yaramaz çocuk gibi hep omuz silkiyormuş mesajı da vermem. Sol kaşımın kenarındaki çizgi gittikçe daha derinleşiyor. Onu her görüşümde yüzüm gülüyor. Yaş almak, yaşımın ilerlemesi herkesin aksine hoşuma gidiyor. Sanırım yaşadığım kederlerden daha fazla mutluluğum var ve mutlu olmak için de öyle büyük sebeplere de ihtiyacım yok. Tepemde aydınlık günümde parıldayan Ay'ı görmek gülümsetiyor. Karşımda Istanbul'da ilk kurulan sarayın kalıntıları üzerinde yer alan Zeyrek Camisi'nin kiremit rengi ve orada demli çayın oraya gelenlere bedavaya verilmesi güzel şeyler bunlar. Hayatımda beni anlayan, anlamasa da destekleyen insanlar, annem, babam. Allah ömürlerini bereketlendirsin. Gönüllerini de şenlendirsin. 5 Mart'ta Miray'ım dünyaya gelecek. Ailemizin en küçük üyesi. Dünyanın şu çılgın hali durulur mu? Lütfen durulsun artık.
 Korkutucu olsa da okulun bitmesine seviniyorum. Önümü göremesem bile bir dönem bitip yenisi başlayacak. Sadece şu süreçte kendimi çok hırpalamam lazım. Olur böyle şeyler Esma. Olur böyle sıkıntılar. Bazen bazı şeyler göründüğü gibi de değildir. Şer bildiklerinde hayır hayır bildiklerinde şer vardır Esma. Her şey Allah'ın elindedir. Zorluklar gelip geçici ve onlardan alman gerekeni almaya bak. Çabalama geçsin diye. Sevginin tercih işi olduğunu biliyorsun. Bazı insanları bazı tercihleri yapacak kadar sevmedilerse bunda ne senin ne başkasının suçu var. Üzülme Esma. Aşk aşktır, başlar ve biter. Anlamasan da olur. Bırak bitecekse bitsin. Bırak bittiyse bitsin.

tiksinti

      insan kendisi olmak dışında her şeyden vazgeçebilmeli. aşktan, paradan, hayallerden, dünyadan. geriye kalacak tek şey kişinin kendisi ...