Bundan bir süre önce belki iki ay önce en sevdiğim defterimi günlük yaptım ve dedim ki güzel şeyler yaşayıp yazarım inşallah buna. Çirkin günler yaşamıyorum ama güzel de değil tuhaf. Çiçeklerime kavuştum, sevdiğim kitapları okuyorum Farsça kitaplarımı okuyorum. Hatta anne yemeklerine kavuştum ve eve her akşam babam geliyor. Ailem çok şükür sağlıklıyız. Biraz hüzünlü ama sağlıklı. Yine de içim sıkılıyor. Bu sıkıntı evde olmak zorunda olduğum için de değil. Sevdiklerime ya bir şey olursa korkusu ya da bana bir şey olursa korkusu. Liseye giden bir kız Korona'dan yoğun bakımdaymış ve doktorlar ümidini kesmiş. Sekiz aylık hamile kadın doğuma gün sayarken fenalaşıp hastaneye kaldırılıyor ve ölüyor. Bebeği anne karnından alıp kuvöze koyuyorlar baba da hastanede tedavi altında. Dünyanın acıdan beli kamburdu ama kırıldı kırılacak sanki. Veba'yı yeni okudum ve sanki kurgu Veba'dan sızıp gerçek dünyayı sardı. Sadece bir şehri de değil üstelik. Ayrım yapmadan tüm dünyayı. Oradaki olaylar sanki etrafımı sardı. Başlangıçta lakayt, ciddiye alınmaz tavırlar, sonrasında ölümlerin önüne geçilememesi, doktorların yaşadıkları, o şehirde mahsur kalan kişinin hikayesi. Camus yakışıklı sen naptın abi, nasıl bir gerçeklik kurdun ki ben şu an yaşanılan olaylara şaşıramıyorum. Canım Camus.
Çok canım sıkkın velhasıl. Hayatta olumlu şeylerin olmamasına alışkınım da bu kadar kötü senaryo hazırlıksız yakaladı beni. Ne bileyim çok korkunca da anlamsız geliyor her şey be. Zaten daha yeni atlattım ölebilirim ihtimalini. Atlatamadım belki de ama tekrar ölebilirim. Ölümü unutunca acaba ölümün kendini hatırlatma gibi bir alışkanlığı mı var! Kabuslarım da değişti artık. Aykut abinin sayesinde kaplanları da görüyorum. Kapının önünde kaplanlar var. Başta tırsıyorum onları görünce ama onlar bana alaycı bir bakış fırlatıp sokakta voltalarına devam ediyorlar. Birini görünce delirir gibi oluyorlar sebebini anlamıyorum. Sonra o insan kılığına girmiş bir hortlakmış. Ya da yürüyen ölü. Belki cüzamlı biri. Maskesi düşüyor ve gerçek yüzlerini görüyorum. Korkmuyorum. Oysa Walking Dead izlerken altı sezon boyunca o şeyleri her görüşümde yerimden sıçrıyordum. Sonra balıklar var. İnsanların ciltlerinde çıkan bir hastalığı yiyorlar ve o hastalığa şifa oluyorlar. Şey gibi hayat öpücüğü gibi ama o öpücüğü sadece balıklar veriyor. Akvaryumlarından dışarı atlıyorlar. Hortumla su koyuyor birileri ya da. Akvaryumun içindeki su taştıkça balıklar da akvaryumun dışına dökülüyorlar. Suyu kapatacağım ama ya dışarı çıkan balıklar ölür korkusu ile kapatamıyorum. Onları akvaryumun içine geri koyuyorum. İrili ufaklı siyah balıklar... Onur'a göre dünya daha iyiye gitmeyecek. Evet daha iyiye gitmeyecek. Daha önce parça parça gördüğüm rüyalar çıkıyor. Çok saçma anlar ama çıkıyor. Hangi rüyamın çıkacağını ayırt edemiyorum ama çıkınca aaa ben bunu görmüştüm diyorum. O rüyada hangi his varsa onu hissediyorum o an. Derler ki rüyalar aslında iki boyutludur ama benim rüyalarım altıncı boyutta herhalde. Yine de rüya uyku pisliği.. Bir ara çok huzurlu rüyalar da gördüm. Onları bekliyorum. Ben yine de bu senenin ikinci yarısından umutluyum. Şom ağzımı açtım iyi hissetmiyorum bu sene için diye diye geldiğimiz şu hallere bak. Vallahi bu kadar kötü şeyler beklemiyordum bunları söylerken. Hayal gücümü zorlayan gerçeklik! Hayırlısı. Neyse eğer acılar böyleyse hayal gücümü zorlayan güzel ve hoş gerçekler nasıl güzeldir. Umutluyum ben umutlu. Eylül'de güzel şeyler başlayacak. Amin. Rüyama bir kişi daha gelseydi ben balıkları kurtarırken o da suyu kapatırdı. Acaba istenince ortak rüya görülür mü? Bu arada Farsça yazmayı deneyeceğim şu sıralar içimde böyle bir istek peyda oldu. İranlılar anlar beni ama yine de herkes her şeyi anlamasın Allah Allah!